Harita

   *Akillas Millas’ın bu harita çizimi kendisinin izniyle kullanmıştır.

Ada tarihinin her yönüyle öğrenilmesini, araştırılmasını ve belgelenmesini hedefleyerek yola çıkan Heybeliada Tarih Atölyesi’nin Kültür Haritası çalışma ekibi, Heybeliada ile bağı olan sanatçıların yaşadıkları yerleri tespit ederek, onları Ada belleğinde kalıcılaştırmayı hedefliyor.

  1. Zeyyat Selimoğlu (1922-2000) 

Zeyyat SELİMOĞLU KİMDİR?

İskeleye çıkar çıkmaz, içinizi açan bir hava sizi kentin sıcağından, tozundan toprağından arıtıyor. Adımlarınıza bir tazelik geliyor. Yürüyorsunuz. Solunuzda (…)

Bir Ada Soyunuyor isimli öyküden

Hikâyeleri, Almancadan çevirileri ve radyo oyunlarıyla tanınır. Alman Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. “Rizenin Köylerinden” başlıklı yazısının Cumhuriyet Gazetesi’nin 1949-1950 Yunus Nadi Armağanı birinciliğini kazanmasıyla dikkat çekti. Konularını genellikle denizcilerin hareketli ve renkli hayatlarından devşirerek rahat bir anlatımla işleyen yazarın hikâye kitapları önemli edebiyat ödüllerine değer bulundu. Deniz yaşamının insan üzerindeki etkilerini, izlerini ustalıkla ele aldı. Roman, anı ve çocuk edebiyatı alanında da eserler verdi.

Hikâye kitapları: Kavganın Sonu ve Başı (1955), Direğin Tepesinde Bir Adam (1969; 1970 Sait Faik Hikaye Armağanı), Kıçüstünde Toplantı (1971), Koca Denizde İki Nokta (1973; 1974 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü ve aynı adlı oyuna 1970 TRT Sanat Ödülleri Başarı Ödülü), Karaya Vurdu Deniz (1975),  Deprem (Uzun Hikâye, 1976), Soyunanlar (1980), Çiçekli Dağ Sokağı (1982), Gemi Adamları (1984), Bir Şarkı Gibiydi (1987), Aramızdaydı O Gün (1990), Denizlerin İstanbul (1992), Derin Dondurucu İçin Öykü (1995; 1994 Haldun Taner Öykü Ödülü), Bahar Yorgunluğu (1998).

Roman: Tutkunun Köşeleri (1982).

Çocuk Kitapları: Yavru Kayık (1979), Martılar Adası (1979), Uyumsuz Nuri (1981).

Uzun yıllar boyunca yaz aylarını Heybeliada Refah Şehitleri Caddesi No: 110’da geçiren yazarın mezarı da Heybeliada’dadır.

Soyunanlar adlı öykü kitabında yer alan “Bir Ada Soyunuyor” öyküsü, 70’li yılların Heybeliada’sından betimlemeler ve tiplemelerle, ada yaşamından kesitlerle Heybeliada tarihi açısından özel bir önem taşımaktadır.

ÇİÇEKLİ DAĞ SOKAĞI

(Zeyyat Selimoğlu)

O şair adam –kendi şairliğini bilmese de, tek bir dize şiir bile yazmamış da olsa– o şair adam, bundan yıllar, ama çok yıllar önce gelip bu sokağın, (hangi sokak?) bu dik yokuşun dibinde durmuş, yukarlara, tepelere doğru bakmıştır. Yağmurları kesileli çok olmamış bir bahar günü. Topraktan dumanlar çıkıyor, çamlardan kokular yayılıyor. Şair adam, kırmızı balçığı henüz tam kurumamış yokuşun yukarlarına doğru bakıyor. Ta yukardaki tepenin başladığı yerde, mavi gök ile toprağın birbirine kavuştuğu yerlerde o renk cümbüşünü görüyor. Sarıları delirmiş katırtırnakları, kırmızıları nâra atan gelincikler, beyazları sarıları güneş pırıltılı papatyalar. Kır çiçekleri şairlerin çiçeği değil midir, ey papatyalar? Şair, şöyle bir duralar, düşünür, kendini tutamayıp yanındaki arkadaşının koluna sarılır, coşkuyla bağırır:

— Çiçekli Dağ Sokağı!

İşte bu sokak, ve bu sokağın adı, dünya’ya böyle adım atmıştır, ellerinde katırtırnaklarını, gelincikleri, papatyaları taşıyarak. Şimdi aradan çok yıllar geçtikten sonra, anayolu tepelere bağlayan bu yokuş, beton basamaklarla ilerliyor yukarlara doğru. Her sekiz on basamakta bir, genişçe bir sahanlık, ve o sahanlığın her iki yanında evlerin kapıları.

Çiçekli Dağ Sokağının evleri bakımlı bakımsız, büyüklü küçüklüdür. Tahta evlerle beton evlerin, bir arada kavgasız tartışmasız yaşadığı bir sokak.

Çiçekli Dağ Sokağı güzel sanatlardan müziği seçmiştir. Soluğunda müziği yaşatan bir sokak. Nota okumayı küçük yaşta öğrenmiştir.

İşte geldik, ve durduk. Önümüzden yukarlara doğru tırmanan basamaklar. Solda, boyaları dökülmüş, tahta kaplamaları açığa çıkmış büyük bir ev. Yaşlılık, insanlardaki gibi, evlerde de cilt kurumasına yol açıyor. Balkonlarında, saçak, kenarlarında ince oymalar. Bu evin eskiliğine meydan okuyan tek şey, içerdeki, iki büyük opartörlü stereo müzik düzeni! Akordeon ve gitar çalan, müzik dersleri veren bir Rum vatandaşın oturduğu ev. Havada bir ikindi vaktinin sessizliği, ve bir Temmuz gününün sıcağı. İndirilmiş yelkenler gibi bir gün. Çiçekli Dağ Sokağı, sol yanımıza düşen bu güngörmüş evin bir penceresinden buzuki sesleriyle buyur ediyor bizi ilk beton basamaklara. Teodorakis’in buzukileri, aydınlık bir ses eşliğinde «Yalosto pedi – Gülen Çocuk» ezgisini dile getiriyor. Yerli yabancı pop müziği parçaları, Akordeon ve gitar. Ve Zorba’nın ünlü sirtakisi. Anthony Quinn’in yerleri döven o büyük ayakları bu tahta evin döşeme tahtalarını çökertir miydi? Evlat acısının hora tepilerek geçiştirilmesi, unutamayacağınız bir sahnedir. Oğlunu yitirmiş Zorba, şu sıralarda uzaklarda bir yerde, Girit’te, Çiçekli Dağ Sokağından taşan müziğin eşliğinde dans etmektedir. Kollarını iki yana açıp Girit dağlarına doğru kaldırmış, alnında ter taneleri, gözlerinde yaş, içindeki acıyı dindirmeye çalışıyor, ve yalnızlığını…

Bacaklarımız yukarlara doğru tırmanmaya duruyor artık. Solda açılan yeşil bir kapıdan uzanan beyaz, çıplak bir kadın kolu, bir çiçek saksısını kapının önüne bırakıp çekiliyor, ve kapı kapanıyor. Evin balkonuna asılmış bembeyaz bir yatak çarşafı. Kime teslim bayrağı? Güneşe mi?

Bacaklarımız yukarlara doğru. Ne garip: Hemen anımsıyorsunuz. Cezayir’e yerleşmiş kaçak haydut Pepe Le Moko, polisten gizlendiği Kazba semtinden aşağı, tıpkı bu basamaklara benzer basamakları ardında bırakarak, inmişti. Hızla, koşarak, sabırsızlık ve özlem içinde! Cezayir’den ayrılmak üzere olan büyük aşkı Hedy Lamarr’ı son bir kez görebilmek umuduyla. Onu gerçi görebilmiş, ama bu arada, kendisini aşağıda bekleyen polisin de kucağına düşmüştü. Çiçekli Dağ Sokağının yukarlara doğru tırmanan basamakları, Cezayir’de Kazba’dan aşağı mı iniyor?

Sağ yandan küçümencik, sarı kapılı, sarı badanalı bir ev. Dünyanın en az odalı evi mi? Tek bir odası mı var bu evin? Hep yukarlara doğru… Her iki yanda bahçeli bir iki ev daha. Buraların iki belirgin ağacı, zakkum ve palmiye, ağaçların büyük göç döneminde, Akdeniz bölgesinden göçüp buraya yerleştiler. Pembe zakkumlar sıcakta eriyip sıvılaşıp, göğe doğru akıyor, mavi göğü yer yer pembeye boyuyor gözlerinizde. Sağ yandaki evin balkonuna Çiçekli Dağ Sokağının insanları dolmuş. Konu komşu bir evde toplanmışlar, belki kâğıt oynuyor, belki soğuk bir şeyler içiyor, kendi aralarında söyleşiyorlar. Sıcağa karşı direnme gücü en yetkin konuşma türü, dedikodudur. Yaşasın! Derin sessizlik içinde, bir tavlanın pullarından yükselen şakırtı, çatırtılar. Çiçekli Dağ Sokağı, şeş kapısının ardına düşmüş.

Basamaklar hep… daha da yukarlara çıkılarak. Sağ yanda yeşil pancurları kapalı bir ev. Bu evde Devlet Opera ve Balesi orkestrasının bir çellosu, evin herhangi bir odasında duvara yaslanmış, beklemektedir. Zaman zaman, pancurlarından Çiçekli Dağ Sokağına yayılan o kederli, buruk, yakınmayı andıran çello sesi! Aşağı kesiminde hafif batı müziği ile oyalanan Çiçekli Dağ Sokağı, yukarlarda, tepelere doğru yaklaşıldıkça, klasik batı müziğine gönül verir. Yeşil pancurlu evdeki çello, burada yaz dinlencesini geçirmekte, orkestradaki yerini almak için güz döneminin gelmesini beklemektedir. Artık sabırsızlanmaya durmuştur. Konser salonu, sahne alkışlar bir çelloyu yaşama bağlayan şeyler. Karşısında yer almış yüzlerce kişiye dinletebileceği bir sözü olduğunu bilmek, onların kulak kesildiğini görmek, onların alkışlarını beklemek heyecanı, bu heyecanı yeniden tadabilmek özlemi… Gözleri karşı duvarda asılı takvime dalmış, bekliyor.

Şimdi, yukarda solda, üç katlı kuleli büyük beyaz ev! Devler ülkesinde büyümüş kocaman beyaz bir zambak mı? Bakımlı bir ev! Bahçe duvarından aşağı sarkan renk renk, mor, kırmızı, pembe çiçekler, bahçesinde yeşil çim ve duvar diplerinde sağlıklı ortancalar. Yıllar boyunca kimselerin kapısını açmadığı, bahçesini yaban otların bürüdüğü, yıkık ve yıpranmış kalan bu evi, Uluğ’lar yeni baştan ele almış, bugünkü güzelliğine kavuşturmuşlardır. Judith Uluğ’un piyanosu yukarı katta bir odada, tuşlarına uzanacak iki eli bekliyor. Sucuk, piyanonun dibine kıvrılıp yatmış. Sucuk, Uluğ’ların, klasik batı müziği meraklısı kedileri. Küçük yaşından bu yana klasik batı müziğiyle beslenerek büyüdü. Verilecek konserlerin provaları önce Sucuk’un kulaklarından geçiyor. Bu sarman kedi, Rahmaninof’u çok iyi tanır, Chopin’in valslerine ayak uydurarak yürür, Brahms’ı dinlerken yemek yemeyi unutur. Çiçekli Dağ Sokağının bütün kedilerinden ayrı ve başka bir dili konuşmasından ötürü, yalnız başına yaşamayı yeğlemiştir. Sucuk’un miyavlaması klasik batı müziği ezgilerinden kaynaklandığı içindir ki, piyanonun arkadaşlığını seçer.

O küçük odadaki piyanonun canlandığı demlerde, Çiçekli Dağ Sokağının yukarı başı, sol anahtarlarının, bemollerin, diyezlerin yağmuruna tutulur. Kuvvetli bir sağanak! O küçücük kara şeytanlar ve cinler, yatağından taşmış bir ırmak gibi, Çiçekli Dağ Sokağının basamaklarına boşalır. Müzik, beyaz evin çiçekli bahçe duvarından aşağı akmaya durur. Mor, kırmızı, pembe çiçeklere hayat vererek, duvarı aşar. Ve çok aşağılarda kalan deniz, Marmara’nın bir bölümü, çağlayarak ilerler, kıyılardan yukarı vurup çamlara yürür, yükselir, köpükler fışkırtarak tepelere tırmanır, kuleli beyaz evin yukarı kat pencerelerinden içeri dolar. Bu coşku, Çaykovski’nin ruhudur.

Çiçekli Dağ Sokağına sessizce inen gece! İki sıralı evlerin kimi pencerelerinde sarı ışıklar. Yukarlardaki fıstıkların ardından ay doğuyor. Dalların arasından süzülerek geçen ayışığı, sokağın basamaklarına dökülmüş. Evlerin aralıkların, duvarların diplerinde parça parça aydınlık, parça parça karanlık. Solgun bir ayışığı bahçelerdeki zakkum ve palmiyeleri tam aydınlatamıyor. Gölgeler uzamış, ağaçların gölgeleri sokağın basamaklarına yansıyor. Sık sık kırılan bir ayışığı. Çiçekli Dağ Sokağında aydınlık ve karanlık, keskin çizgilerle ayrılıyor birbirinden. Çelişkiler büyümüş, güç kazanmış. İlerlemiş bir gecenin yalnızlığı arttıran sessizliği, Solgun bir ayışığından yayılan serinlik. Çiçekli Dağ Sokağı kendi içine kapanmış. Yukarlara doğru, karasevdaya tutulmuş ağaçlar. Hüzün ve melankoli! Ayın tam önüne bir bulut geldi, durdu. Çiçekli Dağ Sokağına gizemli bir karartı iniyor. Sokağın yukarı başındaki kuleli beyaz evde, piyanonun tuşlarına uzanan ve tuşlara dokunan parmaklar! Titreşimli bir denize vurup, suların üzerinde kayarak ilerleyen ayışığını andıran bir ses yükseliyor, Çiçekli Dağ Sokağına yansıyor. Hüzün ve melankoli! Ayın önüne geçen bulut, hâlâ orada. O bulut neden geçti ayın önüne, neden durdu? Gözlerden saklamak istediği bir şey mi var? Kuleli beyaz evin bahçe duvarı dibinde, çamlara bakan o duvarın attığı koyu gölge içinde, bir karartı kıpırdıyor. Bir adamın gölgesi! Çok kısa bir ân içinde, bulutun kenarından çıkıp görünen ve yeniden yiten ay, karartı adamın geniş, yüksek alnını ortaya koyuyor ve çok fırtınalar geçirmiş dağınık saçlarını! Evet, o başı tanıdınız, ta kendisi, Beethoven! Ayın yükseldiği bu gece, Çiçekli Dağ Sokağına uğramış, kendi ezgisi Ayışığı Sonatını dinliyor. Ve büyük yalnızlığını! Bulut yürüyor, ve ayın önünden ayrılırken, gölge de karanlığa karışıyor, yitip gidiyor. Yalnız ezgisi kalıyor geride.

Yeniden görünen ay, piyanonun tuşlarında gezinen parmaklar, Çiçekli Dağ Sokağının basamaklarından inen Ayışığı Sonatı! Siz yine ordasınız, değil mi?